Teknolojik Devrimler, Kapitalizmin ve Solun Krizi, SADIK KOLUSARI

18. yüzyıl sonlarında (takriben 1775 yıllarından itibaren kömür, demir/çelik, dokuma tezgahları, buhar makinesi, demiryolu, telgraf, vs. ile) başgösteren ve 19. yüzyılda (takriben 1870’li yıllardan itibaren petrol, jeneratör, elektronik motor, telefon, vs. ile) önce Avrupa ve ABD’de olan Birinci Teknolojik Devrim, hayvancılık ve tarıma dayalı toplumsal ilişkiler yerine makine ve sanayiye dayalı üretim ilişkilerini belirleyici duruma getirdi.

İkinci Teknolojik Devrim’in birinci aşamasında 1915’ten itibaren çocukluk ve emeklemeyi geride bırakan kapitalizm gençlik/delikanlılık dönemine girdi ve 1950’li yıllardan itibaren gerçekleşen ikinci aşama (akıcı band, kitlesel üretim, otomatikleşme, robotlaşma, telsiz, radyo ve televizyon tekonolisi, matbaa teknolojisi, havacılık, vs.) sonucu kapitalizm gelişkinlik evresine girdi.

1970’li yılların ortalarından itibaren başgösteren ve 1980’li yıllarla birlikte iyice belirginleşen Üçüncü Tekonolojik Devrim (Bilgisayar, internet, cep telefonları, mikro elektronik, gen tekniği, vs.) ile kapitalizm, organik gelişimini tamamlayan gelişmelerle buluştu, zorlandı, 1980’li yıllarda devlet kapitalizmi versiyonu iflas etti ve batı versiyonuna entegre oldu. Devlet kapitalizmi veya reel sosyalizm denen versiyonu çöktükten sonra, bu çöküntünün devamı hastalık belirtileri (evrensel işsizlik, yoksulluk, savaş, iflas, vs.) arttı ve 2008 yılı itibariyle kapitalizmin dünya sisteminin final krizinde olduğu tüm belirtileriyle ortaya çıktı. Kapitalizm insanların ihtiyaçlarını karşılamaz, doğayı imha ve kendi kendini yeme/kendi altını oyma durumundadır. Kapitalizm sürekli sermaye birikimi ve yoğunlaşması olmadan düşünülemez. Bu ise, canlı emeğe dayalı sömürüyü temel alan bir işleyişe sahiptir. Üçüncü Teknolojik Devrim gelişmesi birinci ve ikinci teknolojik devrimlerde olduğu gibi yeni iş sahaları açma bir tarafa, iş sahalarındaki canlı emeği dışarı atmaktadır. Yani üretim güçleri ile mevcut toplumsal, insanlararası ilişkiler ile derin bir çatışmaya girmektedir. Bundan dolayı mevcut kriz hem kalıcı hem de öldürücüdür. Ya toplum yeni üretim araçlarına uygun yeni üretim ilişkileri yaratır, ya da mevcut düzen sahipleri dünya toplumunu bir barbarlıktan başka bir barbarlığa götürür.

Kapitalizmin gelişimi boyunca solun durumuna gelince:

Ütopik sosyalistler: Bu nitelendirme marxistler tarafından 1848 öncesi sosyalizm anlayışları ve denemeleri için kullanılsa da, biz bugün bunlara 20.yy denemelerini (Paris Komünü, Ekim Devrimi ve sonrası süreç) ve sosyalizm anlayışlarını da (Leninizm, Maoizm, vs) rahatlıkla ekleyebiliriz. 20. yüzyıldaki ulusal ve uluslararası sosyalist/komünist örgütlenmeleri ve anlayışlar 1848 öncesi ütopik sosyalist anlayışların devamı niteliğindedir. Çünkü Marks "İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar, ama kendi keyiflerine göre, kendi seçtikleri koşullar içinde yapmazlar, doğrudan veri olan ve geçmişten gelen koşullar içinde yaparlar“ derken tarihin gelişiminde belirleyici olanın insanların iradeleri değil, içerisinde bulundukları koşullar olduğunu belirtir ki bu belirleme tarihi ve toplumsal gelişmelerde bir doğrudur. Elbette burada insanların rolü önemlidir, toplumsal değişimlerde bu rol olmazsa olmaz bir gerçekliktir, ancak içerisinde bulundukları somut koşulları somut koşullardan hareketle.
20.yy sosyalistlerinin (ulusal, ülkesel) kimliklere dayalı anlayışları teorik ve pratik olarak öyle bir iflas etmiştir ki, bırak sıradan insanları, o sosyalist/komünist örgütlenmelere, anlayışlara sahip insanlar daha geri (milliyetçi, mezhepsel) kimliklere sarılmışlardır. İlerleyemeyenlerin belli bir süre sonra gerilemesi kaçınılmaz oluyor, nasıl ki gerileyemeyenlerin mutlaka ilerlemeleri gibi.

Dünya Hareketi: Marks komünizm bir dünya hareketidir, derken, dünyasal bir sisteme ve dünyasal bir harekete vurgu yapmaktaydı ki, bu Marks’ın bir başka doğrusudur. Ulusal ve uluslararası alternatifler ne dün ne de bugün kapitalist sistemi yıkma alternatifi olmuşlardır.

Kapitalizm bir dünya sistemi haline gelmiştir. İkinci Dünya Savaşı ile bloklar son bulmuş olup dünya sermayesinin dünya pazarındaki dünya egemenliği dönemi başlamıştır. 1944 yılında Amerika Birleşik Devletleri´nin Hamphire eyeletindeki Bretton Woods´da kurulan Dünya Ticaret Örgütü, Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası ile dünya egemeni sermaye için dünya egemenliğinin kurumları yaratılmış oluyordu. Merkezi Waşington´da olan Uluslararası Para Fonu´na dünyanın toplam 195 devletinden 185´i üyedir. Başkanı sadece ABD tarafından belirlenen Dünya Bankası’nın 2004 yılında 184 üye devleti vardı. Dünya Ticaret Örgütü’na 16 mayıs 2008’de Ukrayna ve 23 temmuz 2008’de Cap Verde’nin üye olmasıyla üye sayısı 153 devleti buldu. Askeri alanda NATO ile birlikte bu kurumlar, Birinci ve İkinci Dünya Paylaşım savaşlarından sonraki dünya sisteminin mimarında temel araçlar olmuşlardır. Bugün ekonomik, siyasi, kültürel, askeri olarak dünya çapında yeni bir ekonomik sistem, yeni bir egemenlik sağlanmıştır. Elbette şurada burada ayrı gelişmeler söz konusu olabilecektir, fakat bunlar belirleyici olmadıkları gibi bundan sonra da belirleyici olma şansları yoktur. Ne Çin, ne Rusya ne Hindistan ne de başka bir devletin veya gücün yeni bir dünya egemeni olma koşulları yoktur. ABD bu şekildeki son devlettir, son egemenliktir.

Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü’ne ek olarak G7 tarafından 1999 yılında dördüncü bir ayak daha oluşturulmuştur: Uluslararası Finansman İstikrar Forumu. İki yılda bir toplanacak olan Forum‘da yetmedi, 1970´li yılların ortalarından itibaren başgösteren ve 2008 yılından itibaren tüm dünyaya kendini hissettiren kalıcı ve öldürücü kriz ile iki dünya savaşından sonra kurulan sistemin temelleri çatırdamaya başlamış olduğundan şimdi de Fransa devlet başkanı Nicolas Sarkozy bir “yeni Bretton Woods“ istemektedir.

Sermaye ve ücretli emeğe dayalı sistem artık yürümüyor. Peki dünya insanlarının yanıtı nedir, ne olacak? İnsanların milyonlarca yıldan beri sağladıkları tüm gelişimlerin tüm olanaklarını hava ve su gibi tüm insanların ortak kullanımına dayalı bir dünya sistemini yaratacak bir dünya hareketinin doğumuna şahit oluyoruz. Karşılaştığımız görev şahit veya gözlemci olmanın ötesinde katılımcı da olabilmektir. Karşı olduğunu söylemiş olduğumuz sistem tarafından şekillendirilmişiz. Önce bu şekillenmeyi sorgulamamız gerekiyor. Yeni bir kişilik sahibi olma gerekliliğinin bilincine varmamız ve kendi mevcut yapımızla/kişiliğimizle/şekillenişimizle hesaplaşmamız gerekiyor. Solun krizini anlamak ve çözmek için insanların önce kendini anlama ve değiştirme yeteneği göstermesi gerekiyor. Mutlaka değişime buradan başlamamız gerekiyor, yokse gerisi laf üretmekten başka bir yere varmaz.

"Özgürlüğün/özgürleşmenin başlangıç metodu, -kulağa paradoks gibi gelse de- 'Kendi kaderini tayin eden hür birey' denen burjuva lafazanlığını boykot etmektir ve onu (tahtından) indirmektir, onu değişmez mutlak düşünce (Credo) gibi taşımaya devam etmemektir -o kendini artık, "Hür birey" veya "Reşit vatandaş" diye adlandırsa bile.. Böyle bir özgürleşme henüz yok (başlamadı). Gerekli olan şey, insanın içinde bulunduğu kısıtlılığın/sınırlılığın bilincine varması ve onunla atak bir şekilde hesaplaşmasıdır.Aynı zamanda 'Büyüme' ile, '(para) Birikimi' ile, 'Kapital ilişkileri' ile, '(kapitalist) İş ilişkileri' ile, 'Piyasa' ile hesaplaşılmalıdır. Bunlar büyük görevler, ama alternatiflerini de göremüyorum; hatta aynı türden, (onların yerine geçebilecek) benzerlerini bile göremiyorum. O halde, aşılması gereken birçok sınır var. Önce kafamızda, ama sonra gerçek hayatta aşmamız gereken sınırlar bunlar. Demokrasi ve diktatörlüğün ötesinde başka bir dünya olmalı. Keşfedilmeyi bekleyen bir dünya." (Franz Schandl)

Marks’ın 172 yıl önce babasına yazmış olduğu mektuptaki belirlemeler bugün de güncelliğini koruyor: “Değerli Baba, geçmekte olan bir dönem öncesinin sınır işaretleri gibi ortaya çıkan, fakat kesinlikle aynı biçimde yeni bir yöne işaret eden yaşam momentleri var. Böylesi bir geçis noktasında, gerçek durumumuzun bilincine ermek için, kendimizi, eski olanı ve mevcut durumu düşünsel olarak kartal gözlerle incelemek zorunda hissediyoruz.” (K. Marks, Tarihsel Mataryalizm, Ön Yazılar, Marks’ın Babasına Mektubu, 10 Kasım 1837, türkçeye çeviri S.K.).

Not: 25 ocak 2009 günü KUTUESCHdeki bilgilendirme konusmasi.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gidişat neyi gösteriyor?, Sadik Kolusari